Sevdanın Sükuneti
Sadece ayaklarım yola çıktı sanmıştım, meğer kalbim olacaklardan habersiz rutinde atmaya devam ediyormuş. Yürüdü, yürüdü, randevuya geç kaldı, ama köşeyi döndüğünde her şey değişecekti, olacaklardan bihaber köşeyi döndü. Saat o saatti ama zaman çoktan aşka vurmuştu bir kere. Şaşkınca telaşlı mı, yoksa sakince ama ürkek mi ya da bir garip sarhoşluk mu? Emin değildi, sanki böyle duyguları hiç yaşamamış hissetmemişti, yaşadığı anın yabancısıydı. Bilmediği; yaşayacağı kişinin gerçek, duygularının da emsalsiz olacağıydı. “Karmaşa değil, kaos hiç değil, nedir?” diye tanımlamaya çalışırken düşünceler ve duygular yumağında iyice kayboldu. Hiç sarhoş olmamıştı, ama bu sefer sevdanın dozu aşmış sarhoşluk boyutuna ulaşmıştı.
Düşüncelerin, duyguların anlamını kaybedip yeni bir manaya büründüğü noktaya gelmişti. Sanki boyut atlamış gibi. Yeryüzü mü ipek gibi oldu, neden ayakları yere basınca hissetmiyordu toprağı, yoksa bedeni yer tutmuyor muydu dünyada? Bu düşünce sarmalı bir kaç gün devam etti. Ta ki yeniden aynı sesi, aynı soluğu duyuncaya kadar… Şimdi her şey daha yeryüzüne inmeye başlamış gibiydi, duygularını adlandırmaya çalışıyordu. Evet bir ışık görmüştü çıkışa dair ama nereye çıkacağından hala emin değildi. Vazgeçti; “yaşa ve gör” dedi kendi kendine. İlla bir isim vermek zorunda değilsin. Ama emin olduğu ve anlamlandırdığı bir tek şey vardı. Tam bir hoşluk ve sarhoşluk hali, öyle ki bulutlarla selamlaşan. Terennüm etti, tebessümle bir daha ve bir daha güzel geldi kulağına duydukları. Ama sonra birden ağzını eliyle kapadı. Ne söylüyordu, kendi bile şaşırmıştı.
Sustu… Günlerin geçmesi artık önceki günler gibi değildi. Bazen saati, bazen günleri, bazen de haftaları karıştırdı. Acabalar kafasına ve kalbine üşüşürken haylaz bir çocuk gibi sevdaya “dur” diyemedi, dese de dinletemedi, dinlemezdi.
Unuttuğu sevginin tanımını yeniden yapmaya başladı. Gençlikte duyduğu tanımların çok dışına çıkmıştı. Demek ki herkesin tanımı yaşadığına eş değerdi. Tanımlar, düşünceler, yeniden şekillendirmeler, belkiler v.b. birer kavram karmaşasına dönüştü ve soluğu sırdaşı, dert ortağı, ferahlığı olan deniz kenarında aldı. Deniz demek mavi demekti, aşk demekti, sevginin tanımıydı onun için.
Anlattı, anlattı bütün korkularını, içini engin denize döktü ve rahatladı. Kendi kendine “artık sancılı süreç bitti” dedi. Derin bir nefes aldı, burun deliklerinden giren hava yetmiyordu soluğunu doldurmaya, rahatlamanın verdiği huzurla oksijen yetmez oldu. Daha çok yaşayacaktı sevdası için yaşamalıydı. Kalbinin muhafızını bulmuştu. Yıllarca kurumuş ağaçta düşmemeye direnen son yaprak gibi savrulması son bulmuş, kurumuş damarlarına can gelmişti. Biraz önce dalga sesi ne de hırçın geliyordu. Kayaları parçalarcasına döven dalgalar birden sükûnete erdi, kıyıyı okşayan bir sakinlikle kayaları sever gibi dinginleşti. Gönül rahatlığıyla deniz kenarından ayrıldı. Dilinde dalgalara eşlik eden bir sevda türküsü mırıldanmaya başladı. Çevresindeki her şey daha farklı göründü gözüne. Sevginin gücü bu olsa gerekti. Ne güçlü bir duyguymuş yaşama can verir, bittiği yerden yeniden filizlenirmiş. Sonbahar bir son değildir aslında, göğsünde bir ilk bahar taşırmış öğrenmiş oldu.
Yeni yaşamının ilk adımlarını mutlulukla attı. Yapacağı ilk şey, huzur duyduğu sese sarılmaktı ve telefonu eline aldı. Kulağına, “Sevdam” diye gelen sesle uzunca yolculuğa çıkmanın heyecanını yaşayarak gülümsedi “Kalbim” diye yankısını buldu “sevdam” sözcüğü…